12 Mart 2010 Cuma

AYNÜD ENİSRET

İla Bey’ in uyanma vakti gelmişti. Her sabah olduğu gibi bu sabah ta kalkarken ettiği küfürler, çalan saatin sesini bastırıyordu. Banyoya yöneldi; eline sıktığı diş macunuyla elini yüzünü iyice yıkadı ve diş fırçasını sabun köpüğüne bulayarak dişlerini fırçaladı. Kafasındaki iki tel saçı jöleledi ve aynaya bakarak “ çok yakışıklıyım bugün yine” dedi. Kahvaltı etmeden işine gitmezdi İla Bey. Hemen büyük bir su bardağı aldı; bardağa iki parmak rakısını koydu; bardağın geri kalan kısmını da sıcak suyla doldurdu. Bir önceki geceden hazırlamış olduğu soğuk balığı tabağına koyup kahvaltısını afiyetle bitirdi. Saatine bakmasıyla evden fırlaması bir oldu. İşe çok geç kalmıştı. Kapıda bekleyen şoförü yine arabayı pırıl pırıl yıkamıştı. Şoförüne “Günaydın!” dedi ve iş yerine doğru koşmaya başladı. Kaldırımın sağ tarafından koşmayı severdi İla Bey.
Uzun bir maratondan sonra sonunda Müdür Yardımcılığı yaptığı babasının işyerine ulaşan İla Bey, kapıdaki bekçiye bin türlü yalakalık yaptıktan sonra müdürünün yüzüne bile bakmadan, büyük bir kibirle masasına oturdu. İşler malum… Yoğundu… Yapılan ticari prosedürler hakkında cevap bekleyen bir sürü müşteri vardı. Onların her birine teker teker cevap mektubu yazması gerekiyordu. Bütün işlerini bitirdiğinde birden acıktığı fark etti. Öğle yemeği için şirketinden uzakta lüks bir restoranı tercih etti ve kendisine ne istediğini soran garsona simit-çay siparişi verdi. Karnını bir güzel doyuran İla Bey şirketine koşarak geri döndü.
Günün diğer yarısında işler rutin bir şekilde ilerledi ve saat 23:00’ da mesaisi biter bitmez sevgilisine bir aşk e-postası göndererek şirketten ayrıldı. Biran evvel evinde olmak istiyordu bu sebeple alakasız yerlere saparak yolunu uzattıkça uzattı. Saat baya geç olmuştu ve etraf güvenli değildi. İla Bey' de bu güvensizlikten huzursuz olmuş korkmaya başlamıştı. Hemen korkusunu yenmek için zifiri karanlık, ıssız bir arka sokağa girdi. Nereden bilebilirdi tinercilerin yolunu keseceğini. Tinercilerin tek istediği paraydı, zaten İla Bey için para da önemli değildi. " Defolun gidin, size verecek tek kuruşum yok benim!" diye bağırdı. Bunun üzerine tinerciler İla Bey' in üzerine atladılar; onu öldüresiye dövdüler ve oradan uzaklaştırlar. Az daha duyduğu acıdan ötürü gülmekten ölecek olan İla Bey kirlenen takım elbisesine biraz daha çamur bulaştırdı ve yoluna devam etti.
Çok yorulmuştu… Koşmaktan ve çalışmaktan üstüne çöken yorgunluğu artık omuzlarında taşıyamayacak haldeydi. Kendine kaşarlı sandviç ve ayran hazırladı, biraz rahatlamak ve kafasını dağıtmak için televizyonun fişini çekti ve karşısındaki koltuğa kurulup ayaklarını sehpaya uzattı. Sonunda evindeydi ve keyfi yerindeydi. İla Bey kalabalık ve çok çocuklu aile ortamını oldu olası hep sevmişti. Yalnız yaşaması da bu yüzdendi zaten. Yemeğini yedi, kapalı televizyonu biraz izledikten sonra uykusu geldiğini fark etti ve yatağına yattı. Yorganı üstünden atıp, yastığını ayaklarının altına koydu ve her akşam uyumadan önce yaptığı şeyi, emeklilik günlerinin hayalini kurmaya başladı. Hayali yaşlılığında, şu anki yaşamak zorunda olduğu doğa ve kuş sesleri içindeki huzurlu evden uzakta, şehrin gürültülü ve kirli ortamının merkezinde bodrum katında güneş görmeyen bir daireye yerleşmekti. Burası onun için bir insanın gözlerini hayata yumacağı en güzel ortam olabilirdi.
Günün son dakikalarında İla Bey, her şeyin olması gerektiği gibi yolunda gittiği için Allahına şükretti; yüzündeki mutluluk ifadesiyle uykuya daldı.

(12/03/2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder