5 Ekim 2009 Pazartesi

ÖNCE KENDİ ARKAMIZI KURTARALIM

Ayşe her sabah olduğu gibi pazar günüde erkenden uyandı. Evdekilerin biraz daha uyumaları için sessiz ve hızlı bir şekilde mutfağa geçti; kahvaltıyı hazırladı. Önce kızı Sevtap’ı; sonra oğlu Kerem’i en sonunda da 35 yıllık eşi Hakan’ı uyandırdı. Bu güne kadar birbirlerinden hiç kopmamış olan aile her Pazar olduğu gibi o günde sofrada toplandı.
Hakan sert mizaçlı bir adamdı. Genellikle “hayır” kelimesini kullanır, babalık statüsünün gereği olan tavizlerden vazgeçmeyi sevmezdi. Kültürüne, dinine ve milli değerlerine sonuna kadar bağlıydı. 35 sene boyunca ne yaptıysa ailesi için yaptı; hayalini kurduğu bu günler için. Aslında bakıldığında başarılı bir resim çizmişti kendisine. Bu güne kadar bir dediğini iki etmeyen, evdeki tüm tersliklerin üstünü başarıyla, etrafa hissettirmeden örten sadık bir eş; 29 yaşında evlilik çağına gelmiş; kendi doğrularından taviz vermek istemeyen ama aklı başına bir kız evlat ve baktığında gerek düşünce yapısı gerekse değer yargılarıyla kendini gördüğü 33 yaşında bir erkek evlat.
Hakan kahvaltısını bitirdi, eline gazetesini aldı ve masadan kalktı. İçeri giderken çaktırmadan 35 sene boyunca çizdiği tabloya bir kez daha baktı; gözleriyle gülümsedi ve Allah’ına şükretti.
Sevtap, Bartu adında bir delikanlıya aşıktı. Bartu idealist ve doğrularından vazgeçmeyecek dürüst bir yapıya sahipti. Karakteri mesleğine yansımış olacaktı ki avukatlık yapıyordu. Annesi onu babasız büyütmüştü ancak bir gün bile babasızlığı hissettirmemişti. Bir anne evladına ancak bu kadar sahip çıkabilir ve bu yaşlara getirebilirdi.
Bu kadar güzel bir pazar gününde evde oturmak olmazdı. Sevtap Bartu’ yu aradı ve “dışarı çıkalım” dedi. Bartu’ nun bu teklif çok işine gelmişti çünkü bu sıradan teklif önemli tekliflere fırsat doğuracaktı. Buluştular… Sahilde biraz yürüdükten sonra Bartu “duralım artık” dedi. “Sana söylemek istediğim bir şey var”. Önce Sevtap’ın elinden tuttu, kaldırıma banka oturttu, denizin mis gibi kokusunu ciğerlerine doldurdu, son bir güçle “Yıllardır birlikteyiz ama ben bu birlikteliğin sonsuzluğa taşınmasını istiyorum. Benimle evlenir misin?” dedi. Sevtap için bu soru geç bile kalmış bir soruydu. Tereddütsüz Bartu’nun boynuna sarıldı ve “Evet” diye bağırdı. Devamlı tartışan ancak birbirlerine duydukları büyük sevgiden ötürü kopamayan bu çift bundan sonra abuk subuk sebeplerden kavga etmeyecekti. Onları daha ciddi konular ve sorunlar bekliyordu. Bir çatı altında birlikte üstesinden gelebilecekleri sorunlar…
Sevtap akşam eve geldiğinde ilk önce bu mutlu haberi annesine verdi. Annesinin yıllardır hevesle beklediği bu haber bir anda onun için acı bir habere dönüştü. “Bartu alevi değil miydi, baban bu birlikteliğe asla izin vermez; hiç boşuna istemeye gelmesinler” dedi. Gerçi bunu söylerken de Sevtap’ın doğrularından vazgeçmeyeceğinden de emindi. Bir noktadan sonra Ayşe’ nin bile hissettirmeden çözemeyeceği doğrular…
Üç gün sonra Vural ailesinin hayatına bir bıçak gibi saplanacak olan zil çaldı. Hakan kızını istemelerinin verdiği heyecan ve stresle “açın çabuk şu kapıyı” diye bağırdı mutfaktaki eşi ve kızına. Neyse ki oğlu yanındaydı da azda olsa babasına destek veriyor heyecanını bastırıyordu.
Oturdular tanışma faslına geçtiler. Her şey Hakan için olması gerektiği gibi düzgün ve tertipliydi. Ta ki o sihirli sözcük Bartu’ nun annesinin dudaklarından çıkana kadar. “Biz Aleviyiz, sizin için bir sıkıntı olur mu?” Derin bir sessizlik yaşandı. Bundan yeni haberi olan Hakan önüne baktı ve hayatında düşünmediği kadar çok seyi sadece beş dakikaya sığdırmıştı. Oğlunun sessizliği bıçak gibi kesen sözleri olmasaydı birileri onu uyandırana kadar sessizce uyuyacaktı. “Siz Alevilerin ne yapacağı belli olmaz, çoğunuz vatan hainisiniz bizde Alevilere verecek kız yok” dedi Kerem. Hakan yıllardır uyduğu uykudan uyandı, Kerem’i susturdu ve “Bu işin olması imkansız; bence bu muhabbeti sürdürmemiz de lüzumsuz olacak” dedi. Tek suçları birkaç kendini bilmez yüzünde adları kötüye çıkan namuslu aile ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Hakan o sırada kendisinin de anlam veremediği bir harekette bulundu ve “saat geç oldu sizi eve ben bırakim” dedi. Arabayla gidilen yol sessizliğin de etkisiyle uzadıkça uzadı. Eve vardıklarında Bartu “Ben kızınızı seviyorum Alevi olmamız neyi değiştirirki?” diyerek son bir hamlede bulundu ancak aldığı cevap hadi yoluna git diyen omzundaki sessiz bir el oldu.
Hakan bu şekilde eve gidemezdi. Bir yalanın içinde yaşadığı hissi onu evinden uzaklaştırıyordu ve iş yerine götürüyordu. Bu akşam yaşadığı sürpriz kızıyla ilgili yıllardır kurduğu hayalleri başına yıkmıştı. Onun kafasındaki damat kendisi ve oğlu gibi olmalıydı; en azından kendisiyle aynı mezhepten olmalıydı.
Kendisini hayatın tokadını yemiş gibi hisseden Hakan birkaç gün sonra evine dönmüştü ancak hala ailesiyle, en önemlisi kızıyla ne konuşacağını, ona nasıl davranacağını bilmiyordu. İçeri girdi, koltuğuna oturdu ve günlerden odasından çıkmayan Sevtap’ ı yanına çağırdı. Zaten en küçük problemde karşı karşıya gelen, ateşle barut misali yaşayan bu ikili için zaman durmuş, ağızlardan çıkan her kelimenin saniyelik zaman aralığı günlere dönüşmüştü. Babanın başlattığı nasihat dolu konuşma tartışmaya, tartışma kavgaya, kavga cinnete dönüştü; ta ki Hakan Sevtap’ın yüzüne tükürerek son noktayı koyana kadar. Bir yanda aslında kendi çerçevesi içinde kızı için en güzelini ve iyisini isteyen baba, bir yanda da kendi doğruları içinde kendi iyisini ve güzelini yaşamak isteyen evladı…
Aradan uzun zaman geçti. Bartu’ nun annesi de böyle bir problem üzerine yuva kurmanın kimseye bir hayır getirmeyeceği düşüncesiyle Sevtap’tan canı kadar sevdiği Bartu’dan uzak durmasını istedi. Her iki taraf ailelerinin de tasvip etmediği bu ilişki uyutuldu fakat Sevtap’la Bartu bir yandan uyurken, bir yandan da birbirlerini rüyalarında görmekten vazgeçmediler. Uzun uykularından uyandıklarında ilk söyledikleri kelime birbirlerinin isimleri oldu. Kimilerine göre büyük aşk, kimilerine göre saygı, kimilerine alışkanlık kimilerine göre ise sadece kabul ettirme hırsı olan bu ilişki Sevtap’la Bartu’ yu tekrar bir araya getirdi ve başta kendilerini ve tüm etrafındakilerin huzurunu kaçıracak olan yolda tekrar yürümeye başladılar. Gizlice ve sessizce... Bir sonraki depremin ne zaman olacağını düşünme sıkıntısıyla….
Peki kim haklı? Bir yanda birbirini seven iki kişi, diğer yanda bu ilişkiyi aradaki kültür, örf ve adet farkından ötürü desteklemeyen ve bu ilişkinin taraflar arasında sıkıntı yaratacağını düşünen her iki tarafın aile bireyleri mi? Aslında herkes haklı çünkü herkes kendi arkasını kurtarmaya çalışıyor. Sevtap’la Bartu sevgileriyle güzel bir yuva kurarlar ancak aileler arasındaki huzursuzluktan ötürü bu yuva kafesten ve huzursuz bir yalandan, bu sevgi de yılan hikayesinden öteye gitmez.
Bu hayatta önce kendi arkamızı kurtaracağız ki gözümüz arkada kalmasın.


(26/05/2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder