Aşk insanın yaşamı boyunca gerek kendisinin yaşayacağı, gerekse başkalarının yaşadığına tanık olacağı şekilde karşısına çıkan; asla kaçamayacağı ve kaderine boyun eğeceği gerçektir. Bu, hiç ihtiyacı olmayanları ummadıkları bir yerde yakaladığı gibi; yıllardır uman ve bekleyenlere “en sonunda” dedirtecek şekilde hediye olarak da gelebilen bir gerçektir. Uzun süre ona açlık hissettiğimiz, bir an evvel sofraya gelmesini istediğimiz ilk lokmada tatlı bir lezzet veren yedikçe tuzlu, acılı b

ir hal alan ve son lokmalarda tadı kişiye göre tatlılaşan veya acılaşan bir lezzettir.
Bu dünyada her şeyin yavrusu güzel olduğu gibi aşkın da yavrusu güzeldir. Yeni doğan aşk masumdur, hayatın kurnazlıklarını bilmez, onun her zaman elinden tutmanız gerekir; henüz kendi ayakları üzerinde duramaz. Ona oturup bir şeyler öğretmeniz, üzerinde fazlasıyla emek harcamanız gerekir. Bir anne nasıl bebeğine emek harcarken sıkılmıyorsa, bizler de harcadığımız emek ve enerjiyi severek, sıkılmadan veririz aşkımıza. Kuzgun bile yavrusunu şahin görme lüksünü kendisinde hissediyorsa bırakında herkesin aşkı bu dünyanın en büyük aşkı olsun.
Esra’ nın yıllardır beklediği bir oğlu olmuştu sonunda. Kocasıyla çok denemişlerdi; eh kısmet bu güneymiş. Emre’ nin adı gibi hayalleri de zaten annesi tarafından yıllar öncesinden hazırlanmıştı, sadece bu hayaller Emre’ nin geleceği güne kadar bembeyaz masallara sarılmış ve rafa kaldırılmıştı. Artık o masalların içinden çıkan hayalleri bir film kamerasına koyup, Emre’ ye seyrettirme günü gelmişti.
Güzel bir çocuktu Emre, hele annesine sorsanız dünyanın en güzel erkek çocuğuydu. Suratındaki anlamlı ifadeden parlak bir istikbali, başarı bir mesleği ve mutlu bir yuvası olacağını anlamak çok ta zor değildi. O seçilmiş olan, yıllardır beklenen hediyeydi; o Esra’ nın kaderiydi.
Emre’ nin bebeklik ve çocukluk dönemi Esra için rahat geçti. Emre’ nin zor bir çocuk olmaması Esra’ yı mutlu ediyor ve onu kendisine her geçen gün biraz daha bağlıyordu. Okulunda başarılı, arkadaşlarıyla uyumlu Emre çok sakin ve yaşına göre olgun bir karaktere sahipti. Bu yaştaki çocuğun ettiği laflar ve düşündürdükleri etrafındaki hayrete dürüyor, heyecanlandırıyor, hatta dizlerinin bağını çözüyordu. Kim bilir beklide Emre’ nin yaşı yoktu; belki de sadece oynaması gereken yaşı oynuyordu Emre.
Sonunda ergenlik dönemi… Bir insanın çocuklukla gençlik arasındaki uçurum üzerine kurulmuş asma köprüde düşmeden yürümeye çalıştığı; iyiliğin zor ama besleyici tadıyla, ciğerlerinde dolaşırken adamı sarhoş edip keyiflendiren kötülük dumanı arasında bir tercih yapacağı dönem. Gerçi annesi rahattı, çünkü Emre’ nin hayalleri ve geleceği zaten yazılmıştı. Herkesin parmağıyla örnek gösterdiği bu kadar akıllı bir çocuğun da yanlış bir tercih yapması söz konusu olamazdı zaten.
Günler, aylar geçti… Daha komik ve eğlenceli arkadaşlar, tabuları yıkılmış daha güzel kızlar Emre’ nin yanlarında olmayı tercih ettiği insanlar oldu. Eğlenceli arkadaşlar Emre’ yi hayatın sıkıntısından ve monotonluğundan koparıyor, cinselliğe en az Emre kadar meraklı olan kızlar ise ona hayatında ilk defa tattığı zevkleri veriyordu. Emre meraklıydı, hep daha fazlasını koparmak istiyordu hayattan. Daha fazlası daha çok zevk ve daha çok acı veriyordu. Aradan bir süre daha geçinde Emre’ ye eşlik eden yeni dostları da vardı. Kendisinden daha tecrübeli kadınlar, içki, kumar ve uyuşturucu…
Emre’ de başlayan gözle görülür bu olumsuz değişmeler tabiî ki ilk önce annesinin dikkatini çekmişti. Ancak annesi kötü huyları Emre’ ye konduramıyordu bir türlü. Emre onun yıllarca beklediği hediyeydi, herkesin imrenerek baktığı bir çocuktu o. Şimdi nasıl bu hale gelebilirdi? Bu kadar muhteşem bir şey nasıl olurda bu hızla çöküşe geçebilirdi?
Emre’ nin olumsuz yaşam şekli birkaç yıl aynı şekilde sürdü gitti. Sayısız tedavi, sayısız psikolog seansları, sayısız sakinleştirici ve sayısız konuşma uzlaşma çabaları Emre’yi gelecekte başarılı bir doktor olacak, hayat kurtaracak adama dönüştüremedi. Artık Emre bırakın başkalarının hayatlarını kurtarmayı, kendi hayatından bile bihaber durumdaydı. Herkes bir daha üstüne asla güneşin doğmayacağını bile bile Emre’ ye bunun sadece bir güneş tutulması olduğu yalanını söylüyordu. Emre bitiyordu…
Bütün bu olanlar Emre’ nin babasını da yormuştu. Yaşanan sıkıntı ve üzüntüler Esra ve eşinin kavga dolu zor günler geçirmesine sebep oluyordu. Tüm bu acıların kaynağı Emre’ydi. İnsanların gözünde bu kadar büyüttüğü, adeta balon gibi şişirdiği Emre herkesi hayal kırıklığına uğratmış, hayal kırıklığı umutsuzluğa, umutsuzluk sıkıntıya, sıkıntıda öfkeye dönüşmüştü.
Ömür boyu ayrılmayacaklarına yemin etmişlerdi halbuki… Esra, Sezgin’i deli gibi sevmişti ama düzenli bir hal alan kavgalar sevgiyi öldürmüş, alışkanlığa dönüştürmüştü ne yazık ki.
- Yeter artık Esra sana tahammül edemiyorum.
- Asıl ben sana tahammül edemiyorum, lanet olsun sana da, seni tanıdığım güne de.
- Eee! Ne halin varsa gör be! Gidiyorum ben bu evden!
- Emre bir şey yap lütfen baban gidiyor.
- Yapamam anne
- Emre baban gidiyor, yalvarırım bir şeyler yap.
- Ben görevimi tamamladım anne, elimden daha fazlası gelmiyor.
Sezgin kapıyı açtı arkasına bile bakmadan evi terk etti. Gördüğü bu sahneyi daha fazla kaldıramayan Emre birden bire yere yığıldı ve titremeye başladı. “ Yardım edin nolur! Yavrum ölüyor” diye bağırdı Esra. “Yardım edin!” Emre başını annesinin dizlerine koydu, titreme krizi arttıkça nefes alıp vermeleri seyrekleşti. Acılar ve çığlıklar içinde can çekişerek son nefesini verdi.
Komşuları açık kapıdan içeri girdiler ve yerde tek başına oturan Esra’ yı hemen kucaklayıp yatağına yatırdılar, sinir krizi geçiren Esra’ nın bileklerini kolonya ile ovmaya başladılar. Kimin aklına gelirdi ki bir sene önce akıllarını başlarından alan ilk karşılaşma ve bakışmaların, iki ay önce mutluluğa atılan o imzanın Esra ile Sezgin’in hayatlarını krize sokacağını. Kimin aklına gelirdi ki aşkın, bir annenin elinden kayıp giden ve giderken de annenin hiç bir şey yapamadan sadece bakmak zorunda kalacağı yavrusu olacağı; aşkların aslında hiç var olmadığı sadece insanların kafalarında yarattıkları fantezileri olduğu, Emre' nin aslında hiç doğmamış olan aşkları olduğu? Kimin aklına gelirdi?
(09/03/2010)